İnsanın rekabeti ana rahmine başlıyor, en hızlı spermin yumurtaya ulaşmasıyla. Doğumla başlayan hayatta kalma mücadelesi mezara dek bizimle…
Sosyal bir canlı olsak da birlikte yaşamanın temelinde rekabet var. Konfor ve güven için muhtaç olduğumuz kalabalıklarda kaybolmamak için “ben” demek zorundayız.
Ne kadar kalabalıksanız rekabet ve yalnızlık o denli artar. Toplumumuzda artan şiddet ve duyarsızlık bize bencilliği abarttığımızı gösteriyor. Empati kuran, en azından biz, zaman zaman da olsa SEN diyebilen bir insan şiddet uygulayamaz, şahit olduğu acılara duyarsız kalmaz. Demek ki bir yerlerde insani duyarlıkları yitirdik. “İyi ki benim başıma gelmedi” dediğimiz acılara film izler gibi yaklaşmak, görmemiş, duymamış gibi olmak kültürel ve toplumsal tarihimizde yok. En azından yakın tarihe kadar yoktu…
Kendi ikbali dışında bir kaygısı olamayan, dokunmayan yılanla ahbaplık eden, fazlasını, eskisini bile muhtaç olandan sakınan, kellelere basa basa yükselenler türedi ve artmakta…
Kendinden başkalarına duyarlı olan, başkası için bir şeyler yapmaya çalışan azınlığa “işin mi yok”, “aman bulaşma”, “enayi” diyoruz artık. Canımızı yakan bir durumda ise “kimse yok mu” diyoruz.
Birlikte sorun çözmek, hak aramak adına kurgulanmış sivil bir örgütün yöneticisi olarak kriz anında insan fotoğrafları çekebiliyorum. Yaşadığım en çarpıcı deneyim süreç içinde saf değiştirenler. Düne kadar “önce sözleşmeliler” diyen bir üyemiz kadroya geçtiğinde, “onlar da kadroya geçseydi, ne olacak bizim tayin işi” diyebiliyor ve ben artık şaşırmıyorum. Sorunu yalnızca onu yaşayan önemsiyorsa çözüme ulaşmak güçleşiyor…
Siyasi ve etnik tabanda ayrışma temel insan haklarına bile karşımıza çıkıyor. Adalet isteyen bizdense kabarıyor, bizden değilse köpürüyoruz. Canı yanan kanımızdansa AH, değilse OH diyoruz…
İyi yaşamak ve tatmin olmak için yarışmak zorundaysak da bunun adil olması önemli. Yarışta öne geçmek için bir fırsat bulduğumuzda, konfor ve sefahat için taviz vermemiz gerektiğinde nasıl davranıyoruz, asıl soru bu. Hiç kimse böyle bir durumla sınanmadan ahlaklı sayılamaz. Ahlak ve vicdan size emanet edilendir, fiyat biçilip ödül konulduğunda belli olur kim olduğunuz.
Eğer yaşam savaşsa, savaşta her şey mübah mıdır? İşimizle, eşimizle, devletle kurduğumuz ilişkide bir parça daha rahat, biraz daha ayrıcalıklı olmak adına nelerden vazgeçiyoruz? Ağzımızla söyleyip, kulağımızla duyduklarımızın ne kadarı bizim?
Atın alyansını bir günde gümüşüyle değiştiren, ani bir aydınlanmayla cumaya gitmeye başlayan, on yıllık sendikasını bir diğeriyle değiştirenleri gördüm ben. Rüzgar beri yandan esse öbür yana eğilecek olanlardı. Makam ve yetkiyle ödüllendirildiler. Vicdanları kör, dilleri sağır, sahibinin sesi “adam” oldular…
Şimdi ahlaklı ve ilkeli olmak aptallık sayılsa da, en büyük zenginliktir rahat uyumak isteyen için. Eğriye eğri, doğruya doğru diyebilmek ve satın alınamaz olmaya paha biçilemez. “ÖNCE BEN” diyenin az sonra “YALNIZ BEN” demesi ve ilahi bir yanıt gibi YALNIZ olması kaçınılmaz. İnsan tüm benleriyle kalabalıktır. Asıl hesaplaşma kendinle baş başa kaldığında başlar. Verilecek hesabı olmayana ne mutlu…
Cansel Güven
