Rahmetli Duygu Asena’nın 1987 Yılında yayımlanan ve olay yaratan kitabının adıydı “Kadının Adı Yok”. Kadına ve cinsel kimliğine cesur bir yaklaşımının örneği olan eser yayımlandığı dönemde çokça tartışılmış feminizm kavramını dağarcığımıza sokmuştu. Bir hümanist olarak bir cinsin diğerine üstünlüğüne inanmayanlardanım ancak kadın olmakla ilgili bir kompleksim de yok çok şükür. Bu kitaptan 25 yıl sonra kadının adı politikadan popülizme her yerde dillerde pelesenk. Çokça çiğnenip çürütülen sakızlara döndük. Artık kadının tadı yok.
Kime şiirler methiyeler düzsek onu üzeriz biz. Hatunu elli yerinden bıçaklayan adamın mazereti klasiktir: “çok seviyordum abi”. Kadını yere göğe sığdıramayan babalarımız, eşlerimiz sırf biz yorulmayalım diye çalışmamızı istemez. Siyasi partiler kadın kollarında oyalanmamıza izin verir, karar organlarında üçü beşi geçtiğimiz görülmez. Çoğu sendikada kadının görev alanı kadından sorumlu sekreterliktir.
Neslin devamı için üç çocuk doğurması istenen kadın ücretli doğum izni birkaç haftadır sadece. TÜİK’in yaptığı araştırmaya göre, bir yılda 237 bin kadın çalışan işinden ayrılıp evine kapandı. Kadın işsizliği yalnız din-politik eksende değerlendirilmemeli. Bir ülkede iş olanağı azalıyorsa ilk işsiz kalan kadındır. Öte yandan üremesi beklenir. Çalışma hayatından vazgeçen kadın, geleceğin işsizlerini doğurarak nasıl bir bereket sağlayacaksa artık.
Ömrü boyunca erkeklerin gerisinde, en fazla yanında olmakla yetinmek zorunda bırakılan kadını fizyolojik farklılığından dolayı övmek neyi telafi edebilir ki? Anne olmanın kutsallığı bence baba olmak kadardır. Öğretilen roller yüzünden kadına fazladan sorumluluk olarak dönen her ne varsa erkek egemen toplumlara özgü. Böyle bir yaklaşım içinde annelere dönük suçluluk, hediye alma ve özlü söz türetme enflasyonunu artırmaktadır. En çok övdüğümüz, en çok dövdüğümüz aslında.
Kadını taçlandıran annelik bileğe kelepçe olmamalı. Gebelik ve doğumun zorluğu, doğurabilmenin inanılmaz mucizesi ile karşılık buluyor. Yani bir alacak-borç durumu yok. Hayatın diğer alanlarında her şey insan olmakla ilgili. Bir insanın ilgisi ve yetenekleri doğrultusunda hak ettiği eğitimi alması gerektiğine, meslek sahibi olmasına, mesleğinde yükselebilmesi gerektiğine inanıyorum. Bireyin yalnız erkek ya da kadın olduğu için değil, çalışkan, yetenekli, başarılı olduğu için yönetici olması gerektiğini düşünüyorum. Aileye reis, meclise vekil olsa ne fark eder o çapta biri olmadıktan sonra. Bir kadını sırf oransal temsil için daha nitelikli erkeklerin önünde vitrine koymak da ne büyük yanılgı aynı şekilde.
İnsanı etnik kökeninden, inancından, cinsiyetinden ayrı düşünebilmektir gerçek demokrasi. “Adalet” bir parti ön adı mı sadece? Kimse övgü ve cennet soslu hadislerle günah çıkarmaya kalkışmasın. Ödeşmek ve helalleşmek için denk olmak, göz hizasından bakmak gerek.
8 Mart vesilesiyle yine ve illa öpecekler bizi. Kadını erkek cinsinden, insan ortak paydasından ayrı tutarak savunan kadın dernekleri de dahil tüm sivil ve siyasi yapılar günümüzü kutlayacak. Dağ gibi sorunları anlatmaya bir gün de olsa fırsattır diyen kadın “sızlanacak”, bıyıklı siyaset ise cenneti serecek ayağımıza. Tadımız kaçtı yeter!
Ayağımızın altına serilen cennete kavuşmak için illa ölmemiz mi gerek?
Cansel Güven
