Her siyasi görüşten binlerce ebeveyne anket yapılsın, zorunlu eğitimde çocuğu olan tüm anne babalar “bizim zamanımızda” diye başlayarak kendi eğitim çağlarına güzelleme yapar. (Diploması şüpheli, maaşlı troller hariç)
Biz eskiden eskiden, su içerdik çeşmeden tadında başlayalım. Sokaklarda büyüyen nesildik elbet, güvenle oynar, tacize ve kazaya uğramadan eve dönerdik. Yabancı kavramı yaban iken, mahalle güvenli bir limandı. Eğitim aileden ve mahalleden başladığı için biri eksik kalsa diğeri tamamlardı. Şehirleşmeye heves ettiğimizde selamsız ve temassız yalnızlığa büründüğümüz için eksiklerin telafisi imkansız kılındı.
Mektebe başladığımızda muhatabımız ÖĞRETMEN idi. Şimdilerde öğretmenliği tarih olmuş kimi müdürcükler ile ilk temas tecelli ediyor (cinsiyet erkek, bıyıklar badem, sendika ve zihniyet malum). Hangi devrede, hangi öğretmene/sınıfa layık olduğumuz bir takım pazarlıklar sonucu netleşiyor. İrkiliyoruz. Kadrolu, sözleşmeli, ücretli öğretmen yelpazesinden kendi sosyo-ekonomik pozisyonuna uygun birine düşünce gerçek hayatla erken yüzleşiyor çocuklarımız. Özel okula yazdırmadığınızı varsayıyorum. Yazdırmış iseniz o özel eğitimin (pandemi koşullarında himayenin) aileye maliyetini bilerek, ağırlığında ezilerek okullu olan çocuklarımıza ne kadar yazık…
Ailelerin öğretmenle eti ve kemiği paylaşarak okullu ettiği çocuklara zeval gelmedi aslında. Sen benim çocuğuma karışamazsın diyerekten her ödeve, etkinliğe maydanoz olan veliler yoktu. Had bilinirdi zira öğretmen yetkinliğinden emin olunurdu. Uzaktan, yakından eğitimlerle devşirilmiş hatta farklı disiplinlerden öğretmencikler yaygın değildi. Köklü kolejler yine vardı ama disiplinleri dillere destandı, parayı bastıranın okuduğu ticarethaneler türememişti. Azınlıkta olanlar “devlette dikiş tutturamayan tembel, şımarık, zengin bebelerin harcıydı, gideni ayıplardık biz. Bilkent ile başlayan özel üniversite macerası bile böyle yorumlanıyordu. Devleti kazanamamış besbelli diyerek… (Bugün ülkemizden Dünya Üniversiteler liginde ilk 300 e girenlerin tamamı vakıf üniversitesi)
30 yıl önce dershaneler fantezi, asıl olan dersi derste öğrenmek idi. Şimdilerde üniversiteyi kendi kendine kazanmak haber. Anadolu liseleri vardı, fen liseleri azdı AMA markaydı, çalışan kazanırdı, bitiren zirveye oynardı. Merkezi sınavlara kadar test nedir bilmeyen bir nesildik biz. O sınavlar ki, torpil nedir bilmezdik. Tıpkı mahkemeler gibi, askerlik gibi, lise ve üniversite sınavları da sonuçları itibariyle tartışmasız kabul görürdü. Zengin, fakir aynı okullarda, kadrolu ve nitelikli öğretmenlerle eğitildiğimiz süreçlerin sonunda kuzu olur dizilirdik sınavlara. Boyumuzun ölçüsünü alırdık, ne güzel. Yüzde birlik dilimle çocuğumuzu soktuğumuz bölüme, 1 milyonluk sıralamayla yerleşiyor bebeler şimdilerde parasını bastırıp. Olmadı yurt dışında okutursun, parana kuvvet. Üniversiteler siyaseten karışıktı, kaos hakimdi ama girebildiğimiz derslerde BİLİM vardı azizim. Bedelini ödesek de tartışma vardı, söz söyleyen öğrenciler, tarafgirliğini liyakatsizlikten beslemeyen akademisyenler vardı. Tartışır ve çatışırdık ama yekten.
Ve okur yazardık, şimdikiler bilmez. Kopyala yapıştır icat edilmemişti. Mürekkepli kalemle yazardık hem, okurduk, anlardık. Bilimsel tezlerin ve dahi makalelerin çalıntı olduğu lanet bir devirde özgün bir soruya öznel yanıtlar veremeyen nesiller çağındayız. Yorum sorularına boş kağıt verilen bir çağ. Seçenekler ve optik form olmayınca dumura uğrayan bir nesil, çocuklarımız. Prompter bozulunca konuşamayan devlet büyüklerimiz gibi…
Her insan, nesli kendini aşsın ister. Evladınınkinden evla bir çocukluk yaşamış olmakla lanetlenmişiz. Eğitim geriye evrilsin istiyoruz. Resim, müzik, beden eğitimi dahil her dersten sınıf tekrarına kalabilme ihtimalini, ciltlerce kitap okuyup mürekkepli kalemle özetlemeyi, evladı liyakatinden emin olduğumuz öğretmenle aramızda etiyle kemiğiyle üleşebilmeyi… göze alıyoruz. Okullara, okutuculara, sisteme güveni yitirmişiz ne çare. Bizim zamanımızda diye başlayan cümleler nostaljik güzellemeler artık.
Çocuklarından daha şanslı ebeveynler cumhuriyetiyiz…