Okullarda (bahçesi otopark, kapıda nöbetçi öğrenci olan genellikle betonarme, bazen kerpiç yapı) öğretim (bilgi akratımı) ve eğitim (davranış değişikliği ile sonuçlanan süreç) hizmeti verenlere “öğretmen” denir.
Öğretmenler kendi aralarında kadrolu ( kadrosuzlara bakıp şükretmek zorunda kalanlar), sözleşmeli (hasta olunca işten atılanlar), ücretli (saatlik kiralananlar), ataması yapılmayan ( “okumasaydın kardeşim” denilenler) şeklinde gruplara ayrılır.
Ayağı Öğretmen sözcüğünün “öğret” köküne takılanların, eğitim denen koca gövdeyi eğip bükme ve kalıba sıkıştırma olarak algılamaları mümkündür (bknz Gülay Göktürk).
Öğrenme tek başına da yapılabilen edilgen bir durumdur. Bir bilgisayar yazılımı sizin yabancı dil öğrenmenize yardım edebilir. Çok ucuz ve kolay ulaşılabilir olmasına rağmen bu yolla şakır şakır İngilizce yazıp-konuşana rastlanmamıştır ama. Sanal öğreticiler öğrencileriyle duygusal-bedensel iletişim kuran gerçek öğretmenin yerini asla alamayacaktır.
Her okuryazarın gazeteci sayılamayacağı gibi her bilen de öğretmen olamaz. On basamaklı sayıların karekökünü zihinden hesaplayan birini sınıfa sokarak bir deneyin isterseniz. Dünyanın her yerindeki öğretmenlere yüklenen temel vizyon bilgi aktarımı değil, bilgiyi yorumlayan, yapıcı olarak kullanan yurttaşlar yetiştirmektir. Bilinen bir örnekle atomu parçalayarak kanserle mücadele edebileceğiniz gibi atom bombası yapmak da mümkündür. Bir insanı eğiterek bilim insanı yapabileceğiniz gibi, terörist olarak da eğitebilirsiniz. Bir devletin milli eğitim politikası öğretmen eğitimi ile şekillenmeye başlar, eğitimle ilgili hedefleri öğretmene sağlanan koşullar kadar gerçekçi bulunur (bknz Türkiye ve Finlandiya örnekleri).
Türkiye’nin kadrolu, kadrosuz öğretmenleri olarak bizler; kendi eğitimimiz, becerilerimiz ve sunulan koşullar doğrultusunda sınıflara girmekte ve gelecek nesilleri eğitmekteyiz. Daha yetkin olmamız için bu sayılan bileşenlerin iyilileştirilmesini istememiz bizi “dilenci” yapmaz. 24 Kasımlarda çizilen sefalet portrelerinin ressamı biz değiliz. Kadrosuzlaştırılsak da, ek iş yapsak da eline kalem alıp yazar kesilenin üzerinde bile hakkımız var bizim.
Öğretmenlik mesleğinin ana unsuru eğitmektir. Öğretmene yüklenen yüce sıfatların temelinde de bu vardır. Öğretmenliğe “peygamberlik mesleği” denmesi de yine bu yüzdendir. Gülay Göktürk’ün anlayacağı düzeye indirgemem gerekirse “toplumda kutsal sayılan öğretmenler değil, öğretmenlik mesleğidir” (Örnek: gazetecilik mesleği saygıdeğer bir meslektir ama köşe sahibi gazeteci o saygıyı hak etmeyebilir.)
Yazar tarafından iddia olunan dokunulmaz olduğumuz söylemi ise külliyen yalandır. Saçındaki tokası yüzünden soruşturma geçiren de, hasta olunca kapıya konan da biziz. Gelenin geçenin dokunmakla kalmayıp tartakladığı, üstelik bunu öğretmenler gününde ve gerine gerine yaptığını görüyoruz. Öğretmenleri ve sorunlarını hatırlamak için bir fırsat olan 24 Kasımı “iğne batırma günü” ilan edenlerin bu cüreti, işverenin yani hükümetlerin öğretmeni değerlersizleştirme politikalarına yaslanmaktadır. İnsan bir kere hükmedene yaslanmaya görsün, alışkanlık yapabilir.
Ülkemiz genelinde uygulanan mesleksizleştirme politikaları, öğretmen yetiştirme ve istihdamında yapılan yanlışlıklar, okullarımızın koşulları ve emanet edilen öğrencilerin değişen niteliği gibi şartlar “başarı” mızı erozyona uğratmış olabilir. Öğretmenlerin niteliği üzerine eleştiriler de getirebilirsiniz. Unutulmaması gereken bizim de bu eğitim sisteminin, sosyo-ekonomik ve siyasi unsurların ürünü olduğumuzdur. Bir köşeye ve bir kaleme sahip olmak kimseye öğretmen camiasını toptan küçümseme ve karalama hakkını vermez.
Bu köşe sahibinin tam da öğretmenler gününde saldırıya geçmesinin amacı çokça tıklanmak değil ise ya kendisini tetikleyen bir kuyruk acısı vardır, ya da öğretmenlerin işverenine yoğun bir hayranlık beslemektedir diye düşünebiliriz. Yazı geçmişinde sübyancılara gösterdiği hüsnüniyeti (bknz ”sübyancılar sübyanlara zarar vermiyorsa, sübyancılığın karşısında değilim” diyen G.G) kendini yetiştiren öğretmenden esirgeyen birini klinik psikologlara havale etmek gerekir.
Kerpiç bir binada soba tutuşturan, bit ayıklayan, birleştirilmiş sınıf okutan sözleşmeli bir öğretmeni başarı (?) açısından kolej öğretmeniyle kıyaslamak, piyasa ekonomisi, serbest rekabet ve liberalizm ölçeğinde bile mümkün değildir.
Son söz: Bir öğretmen öğrencisi için elinden geleni yapsa da her ağaçtan kaşık olmaz. Çok istesek de bazen emeğimizin karşılık bulmadığını kabul etmek zorundayız. Üzerine düşen ışığı çoğaltarak yansıtmak yerine yutan Gülay Göktürk gibileri biz öğretmenler için birer eğitim zayiatıdır.
Cansel Güven